İnsana Yolculuk

İnsana Yolculuk
www.norradyo.com

30 Mayıs 2010 Pazar

ÇEKMEDİK HİÇBİR ŞEYDEN; AMIRA ZİHNİYETİNDEN VE YOLDAŞ PANCUNİLERİMiZDEN ÇEKTİĞİMİZ KADAR- 2-


Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve yazmayı istediğim bu konuyu, hatta uzun yıllardır demem sanırım daha yerinde bir ifade olacak benim için, artik kaleme alma vakti geldi...



Öncelikle; Baskın Oran’ın 24-25 Nisan'da Ankara'da yapılan ilk Ermeni Konferansı’nda verdiği bildiriden bir iki alıntıyla devam etmek istiyorum:


"Türkler Anadolu’yu fethedince Kürtler coğrafya sayesinde yarı-özerk yaşamaya devam ettiler, Ermenilerin efendisi ikileşti: Küçük ve yakın olarak Kürtler, büyük ve uzak olarak Osmanlı. Ama bu Ermeni milleti için sorun olmadı. Yeni bir düzen kuruldu ve onun içinde (Hıristiyan Bizans’ta olduğundan daha özerk bir) yer aldılar.


Yalnız, “Ermeniler” derken, aslında sınıfsal olarak iki çok farklı unsurdan bahsediyoruz:


1) İstanbul Ermenileri: Patrikhane ve aristokrat-büyük burjuva Amira. Osmanlı’ya tamamen


entegre,


2) D. Anadolu Ermenileri: Esas olarak çiftçi, zanaatkar ve tüccar. Kürt beylerine her yıl “altın yumurtlamak” yani haraç karşılığında normal bir üretim faaliyeti sürdürüyorlar. Tipik mafya düzeni, yani. Biat ve rahat!"


Doğu Ermenileri, feci hallerini İstanbul’a arz edeceklerdir. Ama Saray aldırmayacaktır çünkü 1839’un öfkelendirdiği Millet-i Hakime’yi durdurmaktan korkmaktadır. Patrikhane ve Amira aldırmayacaktır çünkü bunlar dağlılar ve köylülerdir.


Fakat kısa zamanda iki büyük gelişme meydana gelir: 1) İstanbul’da 1863’te “Ermeni Milleti Nizamnamesi”nin kabulüyle cemaat içinde kurulan komisyonlar şikayetleri dinlemeye başlayacaktır.


Baskın Oran’ın bu yazdıkları beni hiç şaşırtmadı...


Yirmi yıl 'Bolsohay ve Hayahos' bir ailenin gelini olmuştum...


Ben; 'D.Anadolu Ermenilerini temsil ettiğimi bilmeden, böyle bir ayırımın kahramanlarından biri olduğumun bilinçsizliğinde, kesimde yaşananlardan söz ettiğimde aldığım ilk tepkiyi asla unutamam...

"Sizinkiler de rahat durmamış."


"Sizinkiler" kimdi?


Şayet bir ‘Sizinkiler’ varsa, demek ki buna karşılık gelen ‘Bizimkiler’ de olmalıydı, kimdi bunlar?!


Zaman içinde öğrendim neyin ne olduğunu...


‘Bizimkiler’ kendilerine “Bolsahaylar” diyorlardı...


"Sizinkiler" ise onlara göre "Kavaratsiler" di...


O rahat durmayan(!) Haylarin başı benim dedemdi Sasun'da...


Kellesini götürene keseyle altın ödülü konmuştu.


1937'ye kadara silahlarını bırakmamışlardı...


"Meg ankam ce lao, mink irek ankam gidrivitsink"
derdi Sasun Hayereni ile...


(Biz bir kere değil, üç (3) kere kesildik lao.)


"İlk ikisinde kandırıldık, üçüncüde askerleri öldürüp silahlarını alıp dağa çıktık." diye başlardı anlatmaya...


Atatürk’ün 1937'de "Eli bileğine kadar da asker kanına batmış olsa, inin dağdan affedildiniz." demesiyle, Atatürk’e güvenip inerler dağdan...


Ve on yıl sürgüne yollanırlar; asırlardır yaşadıkları topraklara dönmemek koşuluyla...


Bu sürgünde soyadları değiştirilir, iki kardeşin biri Dikme olurken, diğerine Kalan soyadı uygun görülür...


Asırlardır yaşadıkları topraklardan atılmakla kalmamış, sahip oldukları Hazar Petak'dan (Bin Kovan) dolayı hak ederek taşıdıkları Mi-Megr-yan (bir damla bal) olan soyadları da değiştirilmiştir...


Batıdaki Hay kardeşlerimin bu körlüğünü, sağırlığını, aldırmazlığını görmek çok üzmüştü beni, kulaklarıma inanamamıştım...


"Nasıl böyle konuşursun?


Kaçırılan kızlarımızdan haberin yok mu?


Ya çalışıp çalışıp hem Padişaha hem de Kürt ağalarına ödenen vergilerden?


Peki; bazı ağaların düğünden sonra gelini ilk kez kendi yatağına almak istemesinden? Zorbalıklardan?


Seslerini Padişaha duyuramayan insanların; çoluk-çocuk, kadın-kız dağa çıkmaktan başka çareleri kalmamış"...


Evleneceğim ve oğlumun babası olacak insandı bu beni üzen sözleri söyleyen...


"Ben bir şey bilmiyorum, yayam bir şey söylemedi " demişti...


"Bir şey bilmiyorsan sus ve hiçbir şey söyleme lütfen...


Dedem hala yaşıyor. İstiyorsan gidelim sana yaşadıklarını anlatsın. Dinle ve gerçeği öğren."


"Hem bir şey soracağım sana...


Yayan sana varlık vergisini anlattı mı?"

"Hayır"
Ya 6-7 Eylül’ü?

"Biraz."




İşte o gün öğrendiğim ve sonra da hep şahit olacağım bir tutumdu bu 'Bolsohay' kardeşlerimde...


Susmak...


Görmemek...


Duymamak...




Sanki hiçbir şey konuşulmaz ve unutulursa her şey düzelecekti...
Ne büyük yanılgıydı bu oysa...
Kendi gerçeğiyle yüzleşemeden huzura eremeyen birey gibidir toplumlar da...


Hayligi; sadece Hayeren konuşmak ve topik yapmayı bilmek sığlığına indirgeyen, kendi halkına tepeden bakan tavırla yüzleşme vaktinin geldiğini düşünürüm Amira zihniyetli bireylerimizin...


Kendi kişisel çıkarlarını, halkının ihtiyaçlarının önüne koyan bir öncelikler sıralaması yapan bu zatların tarih boyunca verdikleri zararın telafisi asla mümkün ol(a)madı...


Görev aldıkları kurumlarda verdikleri hizmetleri, özellikle yaptıkları bağışları, Ömer Seyfettin'in ünlü hikayesindeki gibi bir "DİYET" olarak toplumun yüzüne vurma densizliğini göstermeleri, tüm çalışmalarının aslında halk için değil, kendi çıkarları için bir yatırım yöntemi olarak değerlendirdiklerine son dönemlerde de şahitlik etmekteyiz üzülerek.
"Hiçbir şeyden Çekmedik Amira Zihniyetinden ve Yoldaş Pancuni'lerden Çektiğimiz Kadar" başlıklı yazımda, bu bakış açısının ne kadar eskilere dayandığını detaylı alıntıladığım bu konuya dair söylenecek sözümüz elbette çoktur...

"Kavaratsi Haylar'in"; İstanbul’da yaşayan büyüklerinin (!) imdatlarına yetişeceklerine inanarak attıkları yardıma çağıran çığlıklarına kulak tıkayan 'Amira Zihniyet'i ne yazık ki bugün de aynı sağırlığı sürdürmektedir...


Hayeren konuşamadığı için halkını küçümseyenlerin öfkesini, anlayışsızlığını anlayamazdım...


Halbuki artık anlıyorum(!)...


Kendi halkına bu kadar uzak, halkının yaşadığı tarihi acılara bu kadar sağır olanlardan başka bir davranış beklemiyorum doğrusu...


Hayların tarihinin İstanbul’da değil Anadolu'da; Sasun'da, Zeytun'da, Musadağ'da, Sivas'ta, Kayseri'de, Harpet'te, Van'da, Kars'ta yazıldığını, Amira zihniyetli bireylerimize hatırlatmak isterim...


En son Malatyalı Hrant yazdı o tarihin en güzel sayfalarından birini...


Ve sizler O'nun da seslenişine kulaklarınızı tıkamıştınız...


İkinci kezdir ki tekrarlıyorum: Hay’in Hay'a bir ÖZÜR borcu vardır...


Amiralar; Halkınıza 'Özür' borcunuz var...


Sakin ola ki bana "Amiralik mi kaldı be kadın?" demeyin komik olursunuz...


Neden mi?


Enver Paşa hala yaşıyor...


Enver Paşa öldüğünde bitecek Amiralik da...


İşte bu nedenle ...


Anjel Dikme


Paris

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder