İnsana Yolculuk

İnsana Yolculuk
www.norradyo.com

8 Şubat 2010 Pazartesi

Nedir DİYARSPORA Dedikleri?


Yıllardır duyardım bu sözcüğü.

Türkiye’de iken; sözlü argumanlarda diyaspora sözcüğü kullanılırken, masa ya da sandalyeden bahsedilir gibiydi.

Ya da; soyutlaştırılmış birer kavram gibi cansız, ruhsuz, anlamı tam da yüklenmemiş, öylesine 'BİR ŞEY' den bahsedilir gibi kullanılan bir sözcükten ibaretti.

'Diyaspora' denen 'ŞEY' in 'İNSAN'lardan oluştuğu gerçeğinin unutulduğu, unutulmak ve unutturulmak istendiği argumanlar...

Hem de yeryüzünün, belki de en acılı, en kahırlı insanlarından oluşan …

"Bir kitap okudum hayatım değişti" cümlesini hatırlıyorum.

Bir kitap ismiydi sanırım.

Yanlış hatırlıyorsam düzeltin lütfen.



Ben size hayatımı değiştiren bir kitaptan değil, 'Değişen hayatları' anlatan bir kitaptan söz etmek istiyorum…

Neden değişir hayatları insanların ?

Neden kaybederler tüm sahip olduklarını?!..

Binlerce yıllık emekle oluşturdukları kültürel miraslarını, ekonomik birikimlerini neden bırakırlar arkalarında?...

Kanla, acıyla, gözyaşıyla bırakırlar üstelik…

Neden?!!

Ve; yeniden başlarlar yaşamaya..

Asılırlar hayata, inadına!

İşte bunları anlatan, basit, konuşma diliyle yazılmış bir kitap okudum ve diyasporaya bakan penceremdeki görüntüler değişti…


Paylaşmak isterim…

Kitap Alfortville’le ilk gelen Ermenileri anlatıyor…

Kah acı duyarak, gözlerim yaşararak, kah gülerek okudum öyküleri… Tam bir "Köyden indim şehire 'sahneleri'ydi önümde sergilenen (geldikleri ülkenin dilini bilmemelerinden ötürü yaşanan komiklikler!…

Önce gemilerle Fransa’nın güney şehirlerinden Marsilya’ya getirilmişler…

İş yok, ev yok, sokaklardalar…

Birileri duymuş "Paris‘te iş var. "diye…

Altı kişi gelmis Paris ‘e, gitmişler Ermeni Kilisesi’ne (Jean Goujon)…

" Biz geldik, iş arıyoruz. " dediklerinde…

Onlara;"Alfortville’e gidin, orda fabrika var ." cevabı verilir...

VE; böylece başlar Alfortville'deki Ermenilerin hikayesi.

Yıl: 1923

Alfortville bir tarla.

Birkaç ev var yalnızca…

"Ne iş olursa yaparım" modundaysanız, hemen iş bulursunuz, bilirsiniz bunu…

Fabrikada çalışmaya başladıktan sonra haber salarlar onları bekleyenlere; "Gelin buraya..." derler, "Bizim köye benziyor burası..."

Geldikleri,terketmek, arkalarında bırakmak zorunda kaldıkları topraklara, vatana benzeyiştir en çok aradıkları...

Alfortville bir köy…

Alfortville’de bir şey yok…

Değersiz Alfortville…

Bu kimin umurunda 'Bizim Köy'e' biraz da olsa benziyor ya, yeter bu...

Başlarlar çalışmaya.. Önce 'Teneke Palace'i' kurarlar…

Neden "Teneke Palace?"

Kiralamak istedikleri yer, bir ahır gibidir.

Mal sahibi, "Tamam burayı kiralıyoruz" dediklerinde; 'deli bunlar' anlamıyla dolu bakışlarla bakar yüzlerine…

Ama , onlar ne yaptıklarını, ne yapacaklarını, kendilerini ve ne istediklerini bilerek tutarlar bu yeri…

Kadınlardır pazarlığı yapan, kadınlardır en çok çalışan…

Tenekeyle onarırlar damın her yerini…

Bu nedenle 'Tenekeden Saray' larıdır onların…

Gabuyd Hac’ın (Mavi Hac)* mekanıdır öncelikle…

Okuldur, cematin toplantı mekanıdir aynı zamanda…

Toplantılar, sosyal, kültürel tüm aktiviteler burda yapılır…

Sandalyeleri yoktur… Kilise’deki sandalyeler, Pazar ayınınden sonra buraya taşınır…

Sandalyeler bir Kilise'de , bir Teneke Palas’da hizmet görür…

Toplanırlar; önce birinin, sonra diğerinin evini, hep birlikte inşa ederler…

Yaşamları hep bir paylaşımdir; yardımlaşmadır…

Sanki, unutmuşlardır daha dün olanları.

Neden burda olup, yeniden bir ev, yeniden bir yaşam kurma kavgası içinde olduklarını…

Zaman düşünme vakti değil, çalışma vaktidir, bilinçsizce bilirler…Bilirken bilmezler…Yaşamaktır aslolan…Ve yaşarlar…Öncelik; yaşamındır çünkü…

Radyo kurulur…Adı radyo Azk’dır…

Merkezi Paris’tedir…Hasmig ve Arsaluys’a (kitabımızın yazarı), radyoda program $yapmaları teklif edilir…"Tamam" der Arsaluys "Ama ne anlatacağım?"

Hasmig ; "Sen Alfortville’lileri iyi tanıyorsun, onlarla konuş ve bunu anlat" der…

Aklına yatar Arsaluys Sarkisyan’ın ve başlar ev ev gezmeye, sormaya, öğrenmeye geçmişi, yaşananları…

Yıl 1983’den 1984’e kadar ev ev dolaşır…

Ve her sohbetini, o hafta radyodan anlatır…

Gelirler 2007’ye…Fransa’da 'Ermenistan yılı'dır…

Yine Hasmig öncü olur, " Kitaplaşsın, anlatılanlar" der…Alfortville Belediyesi'nin desteğiyle yayınlanır, kitap…

Okunması kolay, fotoğraflarıyla zenginleşmiş, benim gibi beş yıllık Fransızcası olan bir okurun bile anlayabileceği bir dille yazılmış bu 'şahitlik belgesi' çıkar ortaya…

Diyaspora' dedikleri, tam da bu insanlardır…

" Merci la France, merci la France" diyorlar… "Savaşlardan sonra, insana ihtiyaçları olmasaydı bizleri kabul etmezlerdi, rüya görmeyelim" diyen…

Sokaklarda, elma yiyerek beslenen...

Hayatta kalma savaşına devam eden.

Hayvanların kalmayacağı; rutubetli, ıslak yerlerde yaşamak zorunda kalan (ki çoğu varlıklı aile çocuklarıydı 1915’den önce); 'İnsanlar Topluluğu' demek Diyaspora…

Kendi halkından, Türkiyeli Ermenilerden, Türkçe tek bir kelime duyduğunda öfkeden deliye dönen, "Siz Türksünüz!" diye saldıran, horgören bu insanların, bugün evlerinde Türkiye televizyonunu izledikleri gerçeğiyle karşılaştığınız da daha bir anlıyorsunuz tepkilerinin kaynağını…(Özelikle Hrant'ın öldürülmesinden sonra bu oranın arttığını gözlemliyorum)

Kişi nefret ettiği insanı görmek istemez…

Neden izliyorlar Türkiye televizyonlarını?!..

Özlem...

Sevmediğini özler mi insan?

Hasret…

Peki insan sevmediği bir şeyin hasretini çeker mi?

Merak…

İnsan sevdiğini mi merak eder dostlar, yoksa sevmediğini mi?…

Nefret, asla doğru sözcük değil inanın, öfkelerinin kaynağını, altında yatan psikolojik gerçeği anlıyorsunuz tüm bu gözlemleriniz sonucunda…

Diyaspora dedikleri bu insanlar, hala çok acı çekiyorlar…

Hala; 1915’in acılarını dünmüş gibi yaşıyorlar…

Rahmetli Hrant'ın dediği bir sözü hatırlatmanın tam da zamanıdır, "Ben kendimi Türk'lerle yaşadığım için şanslı sayıyorum." demişti…

Ne çok haklıydı…Nasıl da derindi söylediğinin anlamı...

Neden mi?

Çünkü; bizler Türkiye’yi , ata topraklarını terketmeyen büyüklerimizin cesaretinin semerisini sürüyoruz.

Biz Türkiye'li Ermeniler, Türkiye’de 1915’den sonra da yaşama şansına sahip olduğumuzdan iyileştik...

Ermeni’yi hiç tanımayan, ön yargılı komşularımıza Ermeni’yi, sancıyla, acıyla, tanıtırken iyileştik.

Ermeni’yi düşman bilen okul arkadaşlarımıza, Ermeni’nin de kendileri gibi 'İnsan' olduğunu gösteren, anlatan bir 'örnek olma' çabası içindeyken iyileştik…

Ve bizler, aynı ortam içinde yaşamış büyüklerimizin, yaslanarak ölmesini izledik…

Öfkelerini bile tanımadık...

Sadece hep endişe içindeydiler, iflah olmaz bir korku, bizler ve gelecek kuşaklar için, hepsi bu…

Oysa ki 'Diyaspora' dedikleri insanlar toplulugunun ikinci, üçüncü kuşağı büyüklerinin çoğunun delirerek ölmesini izleme sansızlığını yaşamışlar…

Bu gerçeği öğrendiğim de; asırlık acıyı tüm huürelerimde bir kez daha hissettim, bir kez daha utandım insan kimliğimden...

İnsan yaşlandığında, geçmişini hatırlar, geçmişini konuşur ve yaşar bilirsiniz…

İşte bu '1915 Mağdurları', yaşlandıklarında, insan olmanın kaçınılmaz süreclerinden olan yaşlılığı yaşarken o günlerine dönmüşler ve sanki o günleri tekrar yaşamışlar…

Kimi, on yaşında bir cocuk olmuş "Geliyorlar!.. geliyorlar! çocukları saklayın!.. " diye haykırarak, yastıkla yüzünü örterek, büzülerek, korkuyla, delirerek can vermiş…

Kimi; gelen askerlerin tecavüzünden korumak için, öldürmeye kalkmış, eşini…

Ve bu insanların, çocukları, torunları bunları görerek büyümüş…

Devlet’in inkar politikası; hayatlarının gerçeğini bilen bu 'İNSAN'lar için ne kadar yaralayıcıdır anlamak çok zor olmasa gerek, duyarlı yürekler için…

Vardığım sonuç; 'Diyaspora' dedikleri; ağlayan bir çift göz, acıyla yanan bir yürek, koparıldığı toprağa özlemle kanayan bir yürek…

Kökler hala acıyla kanıyor…

Gördüğüm, nefret değil dostlar; ACI !…

Hem de çok derin bir acı…

Dört kuşak geçmesine rağmen, hala buram buram Anadolu kokan insanlar demek "Diyaspora"…

(Kendilerinin bile farkında olmadıkları bir gerçek bu.. diye düşünüyorum…)

Hala kanıyorlar, oluk oluk…

Ve inkar, bu kanamayı hergün biraz daha artırıyor…



Anjel Dikme

Paris-Fransa

3 yorum:

  1. Anjel kadın beni nasıl derin vurdun yine bu yorumunla.. sesini duymak isterim..
    02242474426 ...

    YanıtlaSil
  2. Ben de en az senin kadar sozcuklerimizi yoldas kilmanin hasretindeyim Vicdan Kadin...
    Arayacagim en yakin vakitte...

    YanıtlaSil
  3. ...hayat bize
    mutlu olma şansı
    vermedi sevgili
    biz kendimizden
    başka herkesin
    üzüntüsünü üzüntümüz,
    acısını acımız yaptık
    çünkü. Dünyanın öbür
    ucunda hiç tanımadığımız
    bir insanın göz yaşı bile
    içimizi parçaladı. Kedilere
    ağladık, kuşların yasını tuttuk...
    Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
    karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında
    ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
    Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
    üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün
    hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
    Yaşamak ne güzeldir be sevgili...Sevinerek,
    severek, sevilerek, düşünerek... Ve o
    vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

    Yılmaz Güney

    YanıtlaSil